Kavanozdaki çakıl taşları

Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş. Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonrabir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş.

Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?" Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş. "Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş.

Yaşanmış Bir Hikaye Robert De Vincenzo

Arjantinli ünlü golfçü Robert de Vincenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı.

Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı.

Kadının anlattığı öykü de Vincenzo’yu çok etkilemişti,

Hayallerine Sahip Çık


Bu öykü, çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışta koşarak
atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisinin
genç oğluna kadar uzanır. Babasının işi nedeniyle
çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı.
Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve yapmak
istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası.. 

Cesaretin Bittiği Yerde Esaret Başlar


Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.
Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür. Ve der ki, "Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem."

Shakespeare, bu konuda söyle diyor :

"İnsanların çoğu Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."

Ego - Osho


Bir zamanlar muhteşem bir heykeltıraş, ressam, yani müthiş bir sanatçı varmış. Sanatı o kadar mükemmelmiş ki, bir insanın heykelini yaptığı zaman onu gerçek insandan ayırmak çok zor oluyormuş. O kadar canlı, o kadar hayat dolu heykeller yapıyormuş.

Bir astrolog ona ölümünün yaklaştığını, kısa bir süre sonra öleceğini söylemiş. Tabii, bu durum onu çok korkutmuş ve o da her insan gibi ölümden kurtulmak istemiş. Bu konuda uzun süre düşünmüş ve bir çözüm bulmuş. Kendi heykelinden tam 11 adet yapmış ve ölüm kapısını çalıp Azrail içeri girdiği zaman, 11 heykeli arasında durmuş ve nefesini tutmuş.

Bir 'Zen' hikayesi


Bir Zen ustası resim yapıyordu. Ve baş müridini yanına oturtup, resim mükemmel olduğunda kendisine söylemesini istedi. Mürit endişeliydi ve usta da endişeliydi. Çünkü mürit ustasının mükemmel olmayan bir şey yaptığını hiç görmemişti. Ancak o gün her şey ters gitmeye başladı.

Usta çabaladı ve çabaladıkça daha da kötü oldu.Japonya'da ya da Çin'de hat sanatı, pirinç kağıdı üzerinde yapılır. Çok hassas, çok narin, bir çeşit kağıdın üzerinde. Eğer bir an kararsız kalırsan hemen anlaşılır. Yüzyıllar boyunca hat sanatçısının ne zaman kararsızlığa düştüğü her zaman anlaşılmıştır. Çünkü mürekkep pirinç kağıdına yayılır ve yazıyı bozar. Pirinç kağıt üzerinde aldatmak çok zordur. Akıcı olman gerekir. Asla kararsız kalamazsın. Bir an için bile durduğun an, kararsız kaldığın an, yapacak bir şey yoktur. Kaçırdın. Çoktan kaçırdın. Keskin göze sahip olan biri hemen, "Bu bir Zen resmi değil" der. Çünkü Zen resminin anlık ve akıcı olması gerekir.Usta çabaladı ve çabalamaya devam ettikçe terledi. Yanındaki müridi oturmuş, başını olumsuzca sallıyor; hayır bu mükemmel olmadı diyordu. Bunun sonucunda usta giderek daha fazla hata yapıyordu.Mürekkep bitmek üzereydi. O yüzden usta müridini yeni mürekkep hazırlamaya yolladı. Mürit dışarıda mürekkebi hazırlarken, usta sanat eserini yarattı. Mürit geri döndüğü zaman, "Usta, ama bu mükemmel! Ne oldu?" diye sordu. Usta güldü. "Bir şeyin farkına vardım. Senin varlığın, birinin takdiri ya da olumsuz eleştiri getirmesi fikri,evet ya da hayır deme durumu, benim iç dinginliğimi rahatsız etti. Artık bir daha asla rahatsız olmayacağım. Daha öncekilerin mükemmel olmamasının tek nedeninin, onları mükemmel yapmaya çalışmam olduğunu anladım."Bir şeyi mükemmel yapmaya çalışırsan mükemmel olmadan kalır. Doğal olarak yap, her zaman mükemmel olur. Doğa mükemmeldir. Çaba ise mükemmel değildir. O yüzden ne zaman bir şeyi aşırı yapıyorsan, onu yok ediyorsun. Bu nedenle, normalde herkes çok güzel konuşur. Herkes konuşmacıdır. İnsanlar sürekli konuşur. Ama onları bir sahneye çıkartıp, bir kalabalığa hitap etmelerini söyleyin, birden aptallaşırlar. Birden her şeyi unuturlar. Ağızlarından tek bir kelime bile çıkmaz. Konuşmaya çalışsalar bile asil olmaz. Çünkü doğal değildir. Akıcı değildir. Ne oldu? Bu adamın dostlarıyla, eşiyle, çocuklarıyla, çok güzel konuştuğunu biliyorsun. Bunlar da insan; aynı insanlar. Neden korkuyorsun? Çünkü benlik bilincin devreye girdi. Artık egon söz konusu. Sahnede bir performans göstermeye çalışıyorsun.

Bunu iyi dinle: Ne zaman bir şey sergilemeye çalışırsan, egon için gıda arıyorsun. Ne zaman doğal olup, olayları akışına bıraksan, hepsi mükemmel oluyor ve bir sorun çıkmıyor. Doğal olduğun zaman, olayları akışına bıraktığında, Tanrı arkandadır. Ne zaman korkuyorsan, titriyorsan, bir şeyleri ispat etmeye çalışıyorsan, Tanrı'yı kaybedersin. Korkunda onu unutmuşsundur. Etrafındaki insanlara bakarken, kendi kaynağını unutmuşsundur. Benlik bilinci bir zayıflığa dönüşür. Benlik bilinci olmayan bir insan güçlüdür. Ancak bu gücünün kendisiyle bir ilgisi yoktur. O, öteden gelir. Benlik bilincine dikkat ettiğin zaman başın derttedir. Benlik bilincine sahip olduğun zaman, aslında kim olduğunu bilmediğinin emarelerini gösteriyorsun. Kendi benlik bilincin daha henüz yuvana ulaşmadığına işaret ediyor.

OSHO-Yaratıcılık - İçindeki Güçleri Serbest Kılmak




Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır.
Anlam bir danstır; taş değil. Anlam müziktir. Onu ancak yaratırsan bulursun. Bunu unutma.
Tanrı, bir nesne değil, bir yaratımdır. Onu ancak yaratanlar bulur. Bence anlamın keşfedilecek bir şey olmaması çok güzel. Aksi halde, insan onu keşfederdi ve sonra başkalarının keşfetmesine gerek kalmazdı.



Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya, İkincisinde, daha çok hata yapardım.

Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar, 
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.

Gönül kapısı içeriden açılır


Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni
ressama sordu:

Güzel bir tablo doğrusu,ama anlamını bir türlü kavrayamadım'dedi.

'Adamın vurduğu kapı hiç açılmıycak mı?
ona kapı kolu çizmeyi unutmussunuzda...'

Ressam gülümsedi.
'Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki...
dedi ve tablosunun anlamını açıkladı.
'Bu kapı,insanın kalbini simgeliyor.
Ancak içeriden açılabildiği için
dışarıda kol olması gerekmiyor...
O kapı size içeriden açılmamıssa

GİREMEZSİNİZ...!!!!

Çok Özel Bir Hikaye

Abraham Lincoln, O bir ayakkabıcının oğluydu ve Amerika'nın başkanı oldu. Doğal olarak, bütün aristokratlar çok rahatsız oldu, kızdı, öfkelendi. Abraham Lincoln'un öldürülmüş olması bir tesadüf değil. Ülkenin bir ayakkabıcının oğlu tarafından yönetilmesi fikrini kabullenemediler.Başkanlığının ilk gününde, yemin ettikten sonra senatoda yaptığı ilk konuşmada,